Babamın En Güzel Fotoğrafı

Cansu Günay – Milliyet Kitap

Gönül Kıvılcım, 10 yıllık bir aradan sonra kaleme aldığı ikinci romanı “Babamın En Güzel Fotoğrafı”nda köklerini arayan bir kadının belleğinden hüzünlü bir yolculuğa çıkarıyor okurunu. Handan Cansu GünayAnayasa tartışmaları, şehit haberleri olarak karşımıza çıkan sosyo-ekonomik sıkıntılar, günlük sorunlar, açlık grevleri, siyasi gerginlikler, sığ romanlar, yorgun gözler, kış saati ve tüm bunlarla kafeslenen ruhlar derken, hiç beklenmedik bir anda ortaya çıkan bir kitap: Gönül Kıvılcım’ın kaleme aldığı “Babamın En Güzel Fotoğrafı”…

Çok şükür hala edebiyat var!

“Birazdan Kızılırmak bir ayna gibi parlayacak ve Sema o aynada kendine bakacaktı” cümlesiyle başlayan roman, Sema’nın vefat eden babasının çektiği fotoğrafların peşine düşerek Kızılırmak kıyısındaki kasabasına dönüşünü anlatıyor.

Sema, annesiyle çıktığı bu yolculukta fotoğraf kareleriyle geçmişe dönüyor; babasını, annesini, akrabalarını, bozkırı ve kendisini tanıyor. Günün hapsedilmişidir fotoğraf, Sema her bir adımda babasının hapsettiklerini azat ediyor ve mazideki her ânı fotoğraflarla tekrar yaşıyor. Her fotoğrafta Sema’nın ömrü geçmişe doğru biraz daha uzuyor.

Kırmızı bir iklim

Sema’nın İstanbul’dan bozkıra yolculuğu kırmızı bir iklimde sürüp gidiyor. Bir yandan roman, bir yandan Kızılırmak yer yer sakin, yer yer coşkulu, durmaksızın akıyor. Sema, öğretmen babasının geçmişi kadar, ölüm nedeni meçhul amcasının sırrının ve babasının fotoğraflarında görünen kırmızı buğday tarlalarının peşine düşüyor.

Peki, Sema kim? Hiçbir iş yerinde uzun süre tutunamamış, her ilişkisi yarım kalmış, bir şirkette yapmak istemediği işlere boğulmuş bir kadın. İnsan ilişkilerinde hep başarısız olmuş ama meslek olarak halkla ilişkileri seçmiş. Ve her yarım kalan gibi, eksik olanı dışarıda bulacağı fikrine kapılarak yollara düşmüş…

Babasının son yıllarında neden mutsuz ve huzursuz bir adam haline gelişi de, amcasının kimsenin dile getiremediği ölümü de bir düğüm gibi çözülüyor. Elbette çözülen bir düğüm de, artık neden kimsenin kırmızı buğday ekmediği oluyor.

Sema, bozkır insanını tanıdıkça, kırmızı buğdaya nasıl sırt çevrildiğini, o buğdayın tadından nasıl vazgeçildiğini, daha yavan ama bol ürün getiren buğdaylara nasıl olup da kanıldığını anlıyor. Bu kavrayış ile başlayan siyaset dokusu, Maraş olaylarına kadar gelip dayanıyor ve bir ailenin en mahrem sırrının nasıl bir katliam üzerine kurulduğunu gösteriyor. Siyasi bir roman olmamasına karşın, psikolojik öğeleri ağır basan bu romandaki politik göndermeler dramatik yapıyı güçlendiriyor. Bazen böylesi romanlarda siyaset fazla eğreti kalır, burada ise romanın dengesini, akışını bozmak bir yana, romana göz alıcı bir süs katıyor.

‘Bizler’in değil ‘his’lerin romanı

Dil mi? Titiz ve sürprizlerle dolu… Tedavülden gönülsüzce kaldırılmış deyimlerle renkli, kızıl akan Kızılırmak’ın, kırmızı buğdayların kıpkırmızı ve sessizliğin yalanlarla kirletilemediği bir zamanın kitabı… Çok fazla karaktere ihtiyaç duymadan, kısa süreli misafirlerle bezeli bir roman bu. Okurun bir romandan beklentisi bazen yalnızca özdeşleşeceği bir karakter bulma isteğidir. Bu gibi az karakterli romanlarda ise yazar bir risk alır. Burada da Kıvılcım risk almış, sonuçta başarılı olmuş. ‘Biz’i bulamayabiliriz romanda, zaten bu ‘bizlerin’ değil, ‘hislerin’ romanı. Karakterler değil, duygular tanıdık bu kez. Ve bu romanla tanışılanlardan memnun kalacak herkes…

Kitapta fiziksel betimlemelerin azlığı gözden kaçmıyor. Kıvılcım, yüzleri anlatmayı böyle es geçmiş olmasaydı, romanın görselliği sinemaya göz kırpar hale gelebilirmiş belki de. İş birliğine davet ediyor Kıvılcım, bile isteye boş bıraktığı yerler okurda canlanıyor. O belli belirsiz bir çerçeve çiziyor, böylece roman, okuruyla tamamlanıyor.Reklam panosu kapaklara sahip kitapları, edebiyatla asla bir araya gelemeyecek satış stratejisi ürünleri, pop figürü yazıcıları fırlatıp atabiliriz bir kenara. Sakınca görmeden söyleyebiliriz, bozkırı anlamak için Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel”i ile Yakup Kadri’nin “Yaban”ın hemen yanına, onlardan içerik, üslup ve niyet olarak çok başka ama bozkıra dair ayrı bir boşluk dolduracak olan “Babamın En Güzel Fotoğrafı”nı koyabiliriz.Ve tekrar edebiliriz: Çok şükür hala edebiyat var!

 43 total views,  1 views today



Twitter
Instagram